Kişilerin olduğu gibi, toplumların, milletlerin de yaşamlarında öyle dönemler olur ki, "ya burada aklı başında iki kişi yok mu?" denilir.
Kim ne derse desin, böyle bir zamandan geçiyoruz.
Çocukken, "Mart" ile ilgili bildiğim tek şey, güzel Ninemin, ayaz olunca, "aman oğlum dikkat et, hasta olma. Bu Mart, kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır" sözü idi.
Sana bana nispet yapar gibi, "12 Mart" çocukluğumuza denk geldi, radyodan, babamlar haber dinlerken, pek de bir şey anlamadan gelip geçti. Daha sonra anladım ki, gelmiş ama gitmemiş. Çökmüş bahtımızın üstüne, hem de gitmemek üzere.
İlk okula başladık, YEŞİLAY HAFTASI (1-7 Mart) kutladık ama, bizim evde ne içki ne de sigara içen vardı. O yüzden pek bir şey anlamadan. Sosyal içicilik dışında yine durum aynı. Şehirlerin cadde ve ara sokaklarında, kızlar ve oğlanlar. Ve yarınlar onlara emanet!..
Üniversiteye geldik, meğer benim yaşamımda her yeri olan ama özel bir durum olarak da "günleri ve kutlamaları" olması gereken bir de KADINLAR GÜNÜ (8 Mart) varmış, kadın arkadaşlarımızın günlerini kutladık yan yana, omuz omuza.
Öğrencilik yıllarında pek anımsamıyorum ama sanki hep varmış gibi kabul edildiğinden midir nedir, Kamuda Çalışmaya başlayıncaya kadar, Mehmet Akif'in yazıldığını bildiğim İSTİKLÂL MARŞI'NIN (12 Mart'ta), kabulünün özel olarak kutlandığını çok sonradan öğrendim.
Üniversitede okurken, 14 Mart'ı pek sevdik. O gün Hacettepe Üniversitesi ve karşısında bulunan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencileri pek bakımlı ve şık olurlardı. Hastanelerde küçük çaplı kokteyllere denk gelirsek de, bir şeyler yer, içerdik..
Öğrencilik dönemlerim için haksızlık etmek istemem ama tarih ve devrim tarihi derslerinde okuduğumuz ÇANAKKALE SAVAŞI'NIN zafer kutlaması olurdu 18 Mart'ta.
Bizim köyde her gün nevruz/bahar olduğundan, özel bir gün değildi bu günler ama yaşlılar hep anımsatırlardı;
Hıdırellez oldu, geldi diye.
Sonra Ortaokul ve Lisede;de bohçamızı, torbamızı hazırlayıp, piknik yapmaya, HIDIRELLEZ KUTLAMAYA giderdik kırlara .
Ankara'ya Üniversiteye gelince, okulun ve semtlerin meydanlarında lastikler, odunlar yakılıp, üstünden atlayarak da bir bayram kutlandığını gördük, (21 Mart)ta Nevruz Bayramının.
İlk olarak, bir bayram kutlanırken, polis ve Jandarma copu yenildiğini görüyordum.
Lisede bütün derslerin öğretmenleri yoktu. İngilizce, beden eğitiminden tutun da biyoloji dersine bile ilçenin doktoru, eczacısı, Orman İşletmesi olduğundan, bize de hangi ders anımsamıyorum ama orman mühendisleri girmiş, derslerimizi de, onlar anlatmışlardı, 21-26 Mart arasında Dünya Ormancılık Günü/haftası kutlandığını.
Okulların bir de Kütüphanecilik Kolları vardı, görevli öğretmenin girişimi ile bütün öğretmenler her sınıfta bir kütüphane kurama telaşına girilir, öğrenciler sınıfa kitaplar taşırdı. Meğerse, 27-30 Mart arası KÜTÜPHANE HAFTASI olarak kutlanırmış.
Son zamanlarda 31 Mart'lar seçim diye anılsa da, tarihimizde pek de hayırla anıldığını görmedim.
Ve mart biter giderdi.
Öyle bir döneme girdik ki, okullarda öğretilenler ile tarihimizi ve ülkemizi tanıyacak olsak ve kalsaydık, vay halimize imiş.
Ben, bir 14 Mart'ta öğrendim TIBBİYELİ HİKMETİ ve 1919'un 14 Mart'ında, İstanbul'da, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'yi İngiliz birlikleri işgal edince; emperyalist İşgalcilere karşı okullarını kurtarmak için Tıp öğrencileri olarak Tıbbiye öğrencisi Hikmet'in önderliğinde ayaklanıp, büyük bir gösteri yapıp okulun iki kulesi arasına büyük bir Türk Bayrağı asıp, işgal kuvvetleri ile çalıştıklarını.
Ve, 7 Eylül 1919'da da temsilci olarak katıldığı Sivas Kongresi'nde, Mustafa Kemal'e: " Paşam, temsilcisi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya bağımsızlık davamızı başarma yolundaki savaşa katılmak üzere gönderdiler. Manda'yı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal (örnek olarak), manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in eder, lanetleriz" , der.
Paşa'nın da, "Arkadaşlar, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümidi ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır," Tıbbiye'li Hikmet'e de dönerek:
"Evlat; müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi manda'yı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez:
Ya istiklal, ya ölüm" demiştir.
Güçlü olmak güzel bir şeydir. Ülkenin kurucusu ve kurtarıcısı olarak Mustafa Kemal Atatürk bile kendini milletine ve insanlarına emanet etmiştir.
1937'de sağlık sorunları ağırlaşınca, yurt dışında tedavi için götürülmeyi ya da yabancı hekim getirilmesini önerilerine:
"Beni Türk hekimlerine emanet ediniz" diyecektir.
Uzun yıllarını kamu yönetimine vermiş birisi olarak, o masalarda olmak, oturmak muhteşem bir duygudur. Ne derseniz "O"dur. Ama bu bir şey ifade etmez.
Yaşanılan son süreç, Cumhuriyetin bütün kurumları gibi sağlık kurumlarını da yok etmiştir. Bu sıradan bir "cumhuriyet düşmanlığı" ya da sağlığın ticarileştirilmesi olayı değildir.
Artık ne olduysa oldu, herkes olanların farkına varmalı ve özellikle de yurt dışından mülteci, sığınmacı ya da ucuz iş gücü bahane edilerek sağlık çalışanı, doktor gibi kişiler ile bu ülkenin nüfus yoğunluğunun değiştiğinin farkına varılmasının vakti çoktan geldi de, geçti bile.
Olay sadece hastaya hekim olayının çok dışında çıkmıştır. SAĞLIĞIN ÖZELLEŞTİRİLMESİ, sağlık sorunun çözümden öteye geçmeye başlamış ve ülkeden beyin göçüne çanak tutar hale gelip, ülkenin demografisini/nüfus yapısını değiştirecek boyuta doğru gitmektedir.
Olayı siyasi olarak değil, sakin bir kafa ve yurtsever bakış açısı ile değerlendirmek gerekmektedir.
Atatürk'ün güvendiği ve kendini emanet ettiği hekimler, kendilerini feda edercesine yurtseverlik bilincini de Tıbbiye'li Hikmet'ten almışlardır
Tüm sağlık çalışanlarının TIP BAYRAMLARINI KUTLUYORUM!