Yaşam çok ilginç ki, bazı olaylar ve durumlar öykülerinin adlarını bile kendileri koyuyor..
Üniversite bitmiş, askerlik yapılmış, bir de işe başlayınca artık taşrada sıra evliliğe gelir. Anlatacağım öykünün kahramanlarından her ikisi ile de tanışmamız bu zamana dayanır.
Üniversiteden arkadaşım olan kızı istemeye Antalya'dan, kalabalık ailem ile birlikte Muğla'ya gelmiştik.
İlk o sıralar tanışmıştık eşimin ailesinin komşusu ve kapılarının önündeki Şemsi Ana Türbesi ve Çeşmesi olan Sünnetçioğlu Ailesi ve Senay Abla ile.
Annem ve Babamların yaşında, evlenmemiş olsa da beni kardeşi ve oğlu gibi severdi. Hani derler ya ağzından bir "İbrahim" çıkınca, ardından bir "İbrahim" daha çıkardı.
Her bayram ya da yaz tatilinde uğrak yerimiz idi onların tarihi konakları.
Babaları Muğla'nın en eski ve ünlü Avukatlarından Av Muhsin Sünnetçioğlu, Annesi ise, yine Muğla'nın köklü Ailelerinden, Muğla Kuvay-ı Milliye Cemiyetinin Kurucularından İsmail Hakkı Terzibaşoğlu'nun kızı Zehra Teyze idi.
Annesi ve Babasının ölümünden sonra o kocaman konakta yalnız yaşardı ama onu, kapılarının önündeki türbesi ve çeşmesi olan yatır "Şemsi Ana" korurdu.
Kendisini en son taşındığı apartman dairesinde, yaşadığı hastalıktan sonra da ziyaret etmiş ve gayette zinde ve enerjik bulmuştum. Her zaman ki gibi övücü ve takdir dolu sözleri ile uğurlamıştı kapıdan.
Bugün kocaman adam olan adaşım İbrahim, Ankara'da Dil Tarih Coğrafya Fakültesini kazanmıştı. Ekonomik durumları iyiydi ama bir öğrenci olarak kalacak bir yurt'a ihtiyacı vardı. Aile, evde kalsın istemiyordu. Derken, en yakın tanıdıkları biz idik ve yurt işi oluncaya kadar da bizde kaldı.
Bu yaşananlardan sonra her yaz yöreye gelince, Adaşımın Annesi Gülnar Teyze ve Mahallenin Muhtarı ve Bakkalı olan Günay Amca (Balcı) mutlaka bizi bir kaç gün Marmaris'te evlerinde ağırlamadan salmazlardı.
Bu bayram ziyaretine ettiğimizde Günay Amcanın Alzaymır hastalığı ilerlemiş, neşeli ve sevecen o eski hali gitmiş, artık az konuşuyor ve belki de bizleri tanımıyordu.
Nisan'ın son günleri bir haber geldi, Günay Amca hastalanmış ve Marmaris'te bir Hastanesinin aciline kaldırılmış;
Aynı gün Marmaris Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesinde yer olmadığından, Kuşadası'nda özel bir hastanenin yoğun bakım ünitesine ambulans ile havalesi yapılmıştı.
Haberi duyunca düşündüm, Marmaris'te çok iyi özel hastaneler var. En yakın Muğla'da kocaman Üniversite hastanesi ve özel hastaneler var; başka, yine yakın Fethiye, Aydın, Denizli gibi bir çok yerde özel ve Devlet Hastanesi varken, NEDEN o kadar uzaklıkta KUŞADASI'NDA özel bir hastaneye sevk edilmişti ki?
Derken, aradan bir gün bile geçmeden bu kez de Senay Abla rahatsızlanmış ve Muğla'da bir hastaneye getirilmiş, o da bir gün sonra Kuşadası'nda özel bir hastaneye ambulans ile yoğun bakıma sevki yapılmıştı.
Yaşları 80'i geçmiş her iki hastanın yaşadığına akıl erdirmek zordu. Birisi Marmaris'ten, diğeri de Muğla'dan Kuşadası'nda özel bir hastaneye yoğun bakım için götürülüyordu.
Ailelerin ve çevrenin şaşkınlığı bitmeden, götürüldükleri hastanede iki gün bile olmadan acı haber geliyordu.
Bir Yeşilçam filminde olsa yaşananlara kimse inanmazdı.
Hem Senay Abla, hem de Günay Amca'nın cenazelerinin konulduğu cenaze nakil araçları ile; yorgunlukları geçti mi o kadar yoldan sonra bilemem ama bu kez de birisi Muğla'da, diğeri de Marmaris'te ailelerine, ÖLÜM KARDEŞİ olarak teslim ediliyordu.
Bu memlekette her şeyin SİYASETİ olur da, yaşamın siyaset olmaz.
Yıllarca Kamu'da üst düzeyde de olmak kaydıyla yöneticilik yaptım ama bu olanlara aklım ermedi. Acaba bir siyasi, bu olanları aileler adına merak etse ne olur diye düşündüm.
Neden o kadar uzağa nakillerinin gerekçesini öğrenip, ailelere söyleseler, ne olur desem, ayıp olmaz değil mi?
Ateş düştüğü yeri yakar.
Ben kişisel olarak üzüldüm, her ikisini de çok özel şartlarda tanımış, sevmiş ve iletişimlerim olmuştu. Hastaların da, ailelerin de son yaşadıklarını kabullenmek zor, düşünmek bile istemiyorum.
Bu ülkede birşeyler oluyor da, herkes ne zaman merak eder, ben de merak ediyorum.
Hem yitirilen yaşamlara, hem hastaların, hem de aile ve yakınlarının yaşadıklarına üzgünüm. Toprakları bol, mekanları cennet olsun, derken acaba bu yaşadıkları birilerine gerçekten bu dünyayı cennet yapıyor olabilir mi; demeden edemiyorum!...